31 Aralık 2008 Çarşamba
babama sevgilerle
Babama sevgilerle,
Her ne kadar olsan da -olmasan da... Her ne kadar ölümlü kalsanda... Yokluğundan geri kalan varlığının yarım kalan hissiyatlı kanaatindeyim.
Olsan ne değişirdi, bu yeni yılı nasıl karşılardım bilemiyorum. Kaç senedir seninle yeni yılı karşılamadım hatırlayamıyorum.
En son Nazım okuduğumuz düşlerimde... Senin gözünde yaşlar, benim şaşkınlığım kapıda. Çorba mı vermiştim sana yumrukladığın İnönü kapıları karşılığında? Yoksa beyaza boyanmış kahverengi dolaplara mı sıkıştırmıştım senden kalan anları?
Kapıdan her seferinde aynı hayallerle gelen ama kovulan küçük bir kız çocuğu muyum hala? Yoksa kapında kovulan ergenliğin geri dönüşümlü çöp tenekesini miyim? Ya da hepsi aynı koridorda mı gerçekleşti de ben şimdi mi farkediyorum?
Mutlu yıllar baba!
İstanbul, Ortaköy
16 Aralık 2008 Salı
çıkalım buradan
Kömür sobası yakmalıyım. Ancak içinde sevgilileri tutuşturabilen, karşısında Baudelaire ile pis yedili oynayacağım, önümde kaju fıstıklarıyla Nazım’dan mısralar mırıldanacağım yakıcı bir şeye sahip olmalıyım içimde.
Aynaların kırmızı konuşma baloncukları çizdiği bir dünya bulmalıyım. Boğaların “garip” bakışlarını, tuhaf repliklerini 7/24 bir duvara asmalıyım, gri bir çerçeveyle. Çerçeveli hayatların arasında kendime bir oda bulmalıyım.
Sabah 8,30 tekilalarının zamansızlığında seni bir odada hapsetmeliyim. Ekose manzaralı bir odada saklambaç oynamalıyım. Ancak küçük karelerin ardına saklanan çakıltaşı gibi gizlenen küçük bir kaplumbağa olmalıyım evim sırtımda.
Sana konuşmalıyım durmadan çigan orkestrası eşliğinde. İçimdeki sözcükleri içine sallana sallana yama yapmalıyım.
Görmek güzel şey be Aragon! Geride kalan tüm sözler plastik kaplı.
İstanbul, Ortaköy
*** görsel buradan alınmıştır
top 5'in üst sıralarını zorlayan gülümsemem
Önümde diz çökmüşsün. Pembe dudakların aydınger kağıdı kıvamında. Kabahatimi tek ayak üzerinde durarak ödemeye çalışabilirim. Savaşa giderken ordusunu kaybetmiş bir komutan gibi hissediyorum oysa ki.
Karaciğerim ağrıyor. Duyuyor musun baba?
Oysa ki hala sana karşı organik bişeyler var içimde. Gerisi kayboldu, farkındasın. Üniversiteden terk. Şefkatten terk! Elde olmanın rehavetinden artık uzak, farkındasın.
Hey mösyö! Kağıt çalıyorsun!
İstanbul, Ortaköy
*** görsel buradan alınmıştır
10 Aralık 2008 Çarşamba
A ile Ö'nün çelişik önermeleri
A: Şuursuz sakinim.
Ö: Mantık candır.
A: Goril büyüsü yaşıyorum sanırım, ihtiyaç sadece anne goril şefkati... Buğulu Bo Derek gözlerim var.
Ö:Yaş 16 candır.
A: Hapşu
Ö: Benimle yaşa
A: Aslında herşey rüzgardan kulağımıza üflüyor ya...
Ö: Seninki biterse benimki de biter. Bitiş candır. Long island candır.
A: Alkış ve loleyloley candır.Mikorason candır. Herşey çok saçma ve anlamsız. Aslında anlamlı çünkü. Saçma ama neden biz böyle anlamlı/anlamsız saçmaları buluyoruz?
Ö: Yaş 16, cenin nietszche’den kalma duyguların iğdiş edilmiş halini soluk ışıklı bir bar taburesinden yaşamanın şaşkınlığı içimde. Şimdi sen; belirsizliğin tavan arasından yarım çekilmiş fotoğrafların arasındasın. Kimi nereye koyacağını bilememenin huzursuzluğu gırtlağından midene yakıcı şömine ateşiyle sızar. Oysa ki sen! Herşeyi alması gereken zamandan önce yaşamanın ağzına yapıştığı zamanların vahşi güzelliğisin.
A: Hezeyanlar, aslında otel odası hezeyanları bunlar! Ama vahşi güzelliğimi yabani duruşum gizlemiyor. Ayrıca yamuk gözlerim bu satır boşluklarında ve hala buğulu bir Bo Derek bakışım var. Ama gerçekleri hiçbiri benim kadar gizlemiyor. Ala alenen! Option artık geç bir seçim benim için. Kısmet işleri bunlar ama elbet bir hayırlısı da vardır.
Ö: Allah saf, bir biz değiliz ile başlayan cümlelerin sonu kafada ışık ile biterse! Olmasın senden uzakta bir beylik.
A: Yok o beylik, niteliksiz n-iyelik zamiri anca! Ama bu da bir dönem değil mi? Prozac nation.
Ö: Prozac candır. Sürekli aynı şeyler ortada çözüm olmayan sürekli bir beklenti içinde geçen latinceler!
Herşey bu kadar ulaşılabilir olmasaydı ya da dağınık; kalbimdeki filozof çok daha kolay çıkardı ortaya. Aralık’ın ikinci yarısı diyor tarih. Oysa tarih bu kadar aralık’ın ikinci yarısı olmasaydı ve ben diyebilseydim... tarih 10.12.2008, seni gökyüzünde kalan büyük ayı kadar seviyorum. . Oysa tarih bu kadar aralık’ın ikinci yarısı olmasaydı ve ben diyebilseydim... tarih 10.12.2008, ben içinde seni tanıyabilen kadın, tellerin değdiği sesi sana ulaştırmanın hazzıyla içimde kocaman bir Baudelaire taşıyorum. Ey koca Tanrı! Kal gölgemde.
A: Ben Phersephone ya da Antigone ya da hala yeşil akik yüzüğü bekleyen İseut olabilirdim. Ama artık bir beklentim yok, bu ise feci.
İnsanlar çok fena kuzen! İnsanlar çok hayvani!
Geçmiş güdülerinden habersiz, geçmişlerinden bihaber. Bense geçmişimden korkan bir yaban tohumu. Neden tohum açamadığından ve vahşi güzelliğimi örten o gözlerim tüm yabaniliğim gibi satır aralarını boş bırakıyor. Tüm korkularım gibi satır aralarını boş bırakıyor.
Ö: Bir kere bıraktın mı ipin ucunu, kuyu derin değil ip kısa oluyor. Karanlıkta sergilenen tüm resimler senden hala bir boy aynası aslında. O kadar bir tarih var ki karşımda bir o kadar çaresizlik yanımda.
Çalan dili ana dilim olmayan tınıların karşısında sana ait tınıları içimde bulmayı umut eden bir kadınım ben. Kadın mıyım? Yoksa 16?
Muğla, Bodrum
28 Kasım 2008 Cuma
...sel
Vurgun mu dediniz? Denizde mi karada mı? Bi’ karaparçasının midesinde olan koç gibi bir kadından bahsediyorsunuz? Karada vurgun mu olurmuş?
Denizdir vurgun yediren; kara sabit, deniz gel-git!
Sabaha kadar bi melodi dilimde, al bu bendeki seni kurtar... nereye varır +10 sene? A, A+ hedef kitle değilim ki ben! Hem hiç stratejik davranamadım kırmızıya karşı. Olsaydı belki...
Devinimsel değişimsel kalıtımsal herşey bi şekilsel... Herşeyin bi niceliği var. Kalbimdeki nicelik ile nitelik birbirini tuttuğu gün yanımda kırmızı saçlı bir kadınla bol kedili bir evde şarap ve sigaranın getirdiği ses kısıklığını alabildiğine içinde hazmeden bir kadın olacağım.
Sana kırmızı mı mor mu demeli bilmiyorum ensest kadın! Senin için mor rus ayakkabıları koydum başucuma.
Oksijensiz, atomlarından ayrışmış, işgal edilmiş bir şehirde bir şeyler kurmaya çalışıyoruz. Kimseye kötülük yapmadan sakıncasız yaşamaya çalışmak kadar belirsizlik içeren ama yaşanabilir bi hayatın içinde hakkında hala bir roman yazılamamış bir kadınım ben!
İstanbul, Ortaköy*** görsel buradan alınmıştır
27 Kasım 2008 Perşembe
bu da bir çeşit oyun
*** görsel buradan alınmıştır
açıkla-ma
Daha çok kelimelerin arkası var isimler yerine.
Kendimden ve aynı masaya oturduğum hayattan değişerek uzaklaşmayı seçmekle, varoluş bunaltısını harmanlayıp baş etmeye çalışmanın pahalı bir yolunu adımlıyorum.
Ardına kadar açık ve bir o kadar pas kokan arkasında “neidüğü” belirsiz dumanların yayılmasıyla her şeye ve herkese aynı uzaklıkta yaşamanın bir yolunu buluyorum.
Bir gün önce taktığım mor şapkayı ertesi gün beyaz bir ışık paketi olarak kafamda var edebilmekle, “would you?” soru öbeğinin arkasına nice fiilleri yerleştirmenin bir yolunu kuruyorum.
İncinen elden geriye kalan yaralı dizdeki, kurulan cümlelerin arasından eline tutuşturulan cımbızla çekip masanın üstüne koyduğun kabuk gibi üç dişilik loş ışıklı odanın bir köşesinde paylaşmanın bir yolunu keşfediyorum.
*** görsel buradan alınmıştır
21 Kasım 2008 Cuma
22 Ekim 2008 Çarşamba
oysa ben
“gidiyordum yelkenimin rürgarında...
mavi bir bir gök pamuk gibi bulutlarda...
dudaklarım dalgaların tuzunu tadıyordu
ve güneş tatlı tatlı tenimi yakıyordu
oysa ben yaşanmamış sevdalarda
yarım kalmış duygularda
ve çığ tutmuş umutlarda...”
Dillerde dolaşmasa da hayallere sürükleyen
Koşma, kaçma, bir daha dönmeme; yapamazsan kaçırma isteği duyduran
İsyan, ayaklanma uyandıran
Kırmızı şarabın dibini gördüren
Hep bir yarım kalmışlık, olamamışlık, asılla suret arasındaki o kapanmayan farkı hissettiren
Fikret Kızılok klasiği, oysa ben…
Uzaktan mı gelir martının sesi
Yok, bu Fikret’in “işte” sesi!!!
İstanbul, Ortaköy
5 Ekim 2008 Pazar
let's play
Kartopu dedi... oynayalım dedi...
saklambaç dedim...
Ben soğuğu sevmem ki.
Oynamayı severim. Saklambacı severim.
Ama soğuğu sevmem.
Bi dokunuş muydu yani beni Ege’de bırakan. Yoksa çarpışan kelimeler mi?
Sen at kartopunu bana, avucumda tutar ama büyütmem ben, taşıyabilesin-taşıyabileyim diye...
İstanbul - ortaköy
***görsel buradan alınmıştır.
9 Ağustos 2008 Cumartesi
orası burası
Orası sıcak kum, ılık deniz, bulutlu gökyüzü
Burası soğuk kaldırım, başağrısı lodos, kalabalık insan
Kal orda...
Kırıntılar arasında yol alırız nasıl olsa, mızıkçılık yapana kadar
Mızıkçı olana kadar...
Olana kadar...
Kal orda...
Orda kal ki o kadar kalabilesin.
İstanbul, Ortaköy
Kdv siz
Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...
-
… ve bir yoklukta, iki kadeh şarapla baş dönmesi seçilir. Orta şiddetli hava boşluklarında titre-me. Dilemmalardan kaygan anlar yarat-ma...
-
Sarhoştum ve kararlıydım. Bütün hüzünlerim arka cebimde, bütün kırıklıklarım iç cebimde, geriye kalan herşey; bütün hezeyanlarım/...