2 Aralık 2022 Cuma

Kdv siz

 Yalnızlığım

Şapkasız başım

Geride bırakılmışlığım

Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum


Yalnızlığım 

Bir ten ardında yoksul kalmışlığım

Bir daha asla öyle sarılamamışlığım


Yalnızlığım yazdırmaz

Her paragrafa bir cümle ekler de, Paragrafı bitirtmez içimdeki boşluk

Aslı bende saklı, nidası iç sesi olmuş ve esrarı günüme yayılmış üç kadın

Yalnızlığım, sizden demli göbeğimin üç bağı

Yalnızlığım, ardınızda büyüyen bir ağaç kökü gibi artık

Toprağa yakın, kökü geniş, dalı serin, yaprağı güneşli

Yalnızlığım, zamana yayılmış bencilliğimdir artık.


Güzelçamlı, Aydın

4 Nisan 2021 Pazar

Düşkün Papatya

Bu doğum günümde elimde bir papatya var. Bir de arada kaldığım duygular… 

?Sevgiliden? alınan papatyanın yapraklarını sayacağımı söyledim, “gülünden sorumlusun”u hatırlatarak. Sorumlu olmasına ne kadar da şaşırdı… Cevabını asla vermeyeceği bir soruyu sorduğumu bilmek ne kadar da tedirgin etti. Koparmadan sayacağım, olduğun gibi... 

Ne kadar da aciz bir romantizm çığlığı. Ne kadar da çocukça bir sevgi isteği. Ne kadar da ritüele ihtiyaç duyan bir bilememezlik hali.

Sayamadım. 

 

Günlerdir dönüyor aklımda,

Sevdiğin öpmeye doyamadığındır. 

Sevdiğin öpmeden duramadığındır.

 

Prizmadan parlayan gökkuşağı gibi aydınlatıyor, bir an. Kısacık bir an varlığını hissettiriyor, sonra kendi mağarasına çekiliyor. Soğuk, karanlık, yosun tutmuş, ıslak… İşte o bir anın hatırına kalıyorum. O bir anın, hayata yayılma ihtimaliyle bekliyorum. Ben bekledikçe o soğuyor. Ben arzuladıkça o kararıyor. Arzulamamayı beceremiyorum. Yani işte mutlu olmanın tek formülüne yine varamıyorum. 

 

Kendi haline bırakıp anları toplamaya niyetleniyorum. O bu kadarını veriyorsa ben de bu kadarını alırım diyorum. Yetinmeyi bilmek lazım diye… İçimde niye yetiniyorsun, sen daha çok sevilmeyi hak ediyorsun diyenle, anlamayı- olduğu gibi kabul etmeyi-razı gelmeyi seçen ve bu seçimi yersiz bir acizlik hatta korku olarak görenle mücadele ediyorum. Kim sabote ediyor kim doğruyu söylüyor ayırt edemiyorum. 


Şüphede kaldığım şeylerde bana (özgün'e) özel olmadığını söylüyor, hissedemiyormuş zaten.... Sonra görüyorum ki aslında bana (sevgiliye) özel...

Bana (sevgili özgün'e) özele takılıyor o zaman içimdeki sevgisizlikten korkan ben dehşet içinde, sonra izliyorum sanki sevgili olmaya, özlemeye, öncelik tanımaya, sevmeye ?hali/alanı? yok. 

 

Sanki zamanla açılacak bir hazinenin başında bekler gibi heyecanla ve merakla ve hasretle bekliyorum. Beklemeyi mi seviyorum, zamana mı güveniyorum yoksa kumar mı oynuyorum? 

Köklensem mi? Çiçek açsam mı? Açtığım çiçeklerden meyve versem mi? Yeterli suyum var mı, toprağım verimli mi?


Yine de bir şeye gülerken ilk bana bakıyorsun. Zaten incelikler yüzünden...



----not 19.05.2020-----

kaygı bozukluğu:)

 sarmaşık kaç günde ulaşır çiçek açacağı yere?

--------------

 

Güzelçamlı, Aydın

 

 

15 Haziran 2020 Pazartesi

Haziran ortası Ekim yağmuru

“Korkunun ve bencilliğin cumhuriyetinde kabalığın kırıcı saltanatıydı yaşadığım.” 
Şükrü Erbaş

Yaz başlangıcında, kışın sıkışmışlığının tedirginliği var üstümde
Haziran ortası Ekim yağmuru…
Benden bir farkı yok gökyüzünün
Senden bir farkı yok kalbimin
Oysa ki her şey bir kabule bakıyor
Oysa ki her şey ortada, öylece duruyor
İnkarının kabulüne ihtiyacım var
Kendi duygusuyla barışamayanın mesnetsiz adımlarıyla yol almam
Suskunluk saygı duyduğum sakinlik olsun isterim
Kaynağı varsa…
Verdiğimi aldığım bir gecede
Aldığımı anladığım bir hayatın orta yerindeyim
Aşktan uzak bu iç çekişler
Aşk artık anca uzaktan selamımdır.

Hey mösyö,
Tek bir adımınız var atacak
Tek bir hamleniz var oynayacak
Dürüstlük kalbinizin kamçısı değilse eğer
Zaman asla çözüm olmayacak.
Yok sayılmış gecelerim için ihtiyaç duyduğum uyku haplarının sebebi olarak sizi kılmam
Herkesin mutsuz geçmişi kendine 
Ben vardığım yerin tadını çıkarmakla meşgulüm, her an
Siz nerdesiniz?
Hala güzel misiniz?
Hala kendinizle yüzleşmeden nefes mi alıyorsunuz?
Sabahın tatlı esintisi açık pencereden yanan ayaklarımı rahatlatıyor
Siz nerdesiniz?
Hey mösyö!
Artık sizli bizli cümlelerimin mi öznesisiniz?

Kurtuluş, İstanbul











24 Nisan 2020 Cuma

konuşalım mı?

Zamanın kendi içinde kendine çarpıp, kendine geri döndüğü anlar toplamındayız.

Bana inananlar kadar inanmadım kendime, insanın kendine karşı işleyeceği en büyük günahı yaşıyorum. Durup durup kendime ihanet ediyorum. 

Öyle mi gerçekten? Yoksa bu sadece değeri olacak edebi bir cümle mi? Hangi ben yazıyor bu cümleleri? Hangi ben yazdığını okuyup, bu yazılabilir onayını veriyor. Hangi benin silmediği cümleler bunlar?
Kendi peygamberi olamayacak kadar kayıtsızım kendime.  

İçimde, bilmediğim dillerdeki şarkılar, beni bilmediğim ülkelere yakınlaştırıyor. 
Kurtarılmaya ihtiyaç duyan prenses kanım, çocukluk masallarından. Al beni götür izlanda’ya, gün ışığı olunca dayanamayıp kendinden vazgeçenlerin arasına… Al beni götür paraguay’a, bi yudumla gelmişiyle geçmişiyle yüzleşecek olanların arasına. 
Al beni götür dediğimde kim ben, kim beni alacak olan. Bir varlar, bir yoklar.

Beni hatırladın mı diye soruyor içimde biri. Üstüne karanfiller ektiğimiz kabuslarımızdan kalmadı çok şükür de içimin odalarında dolaşan bi hayalet hala var. Bana sürekli “olacakların hepsini gördüm ama asla olmayacak” diyen. İşte bu sakıncasız cümle, beni yeni yeni hakimiyet kuran inançsızlığa götürüyor. Öyle bi inançsızlık ki, hani gürül gürül akmaya hazır bir nehrin tam ortasında akışı değiştiren koca bi kaya gibi duruyor. O duruyor ya, ben de duruyorum. Yine geldik mi durist turistliğimin en karanlık noktasına. 

Sana gösterebilirim en karanlık hallerimi, eğer görmeye razıysan. Sana dediğimde bi nefesim kesiliyor, sen kimsin? Sen dediğim benden ne kadar uzaktasın? Sen dediğim hep değişen bir gizli özne.
Ben dediğim 
Pandemi 39.gün. Gün batımı çok uzak. 

28 Temmuz 2019 Pazar

boşluk

Nerelerde dolaştığımı görmek bana yeniden başlama hissi veriyor. 
Gayretsiz mi demişti kendini kocaman sanan çocuk? Güzel tarif etmişti. Kırmızı balonun uçuşunu seyreder gibi baktım arkasından. Heyecanlarımı kovalayacak eşikten bir adım öncesi kapadım kapıyı. Bu yaştan sonra olsa da olur, olmasa da…
Birkaç yudumla, içimde birkaç kişi. Hiçbirinin ben de bi’ karşılığı yok. Karşılığı olanlar kendi kaplarına sıçtılar. 
Bu gece dilim biraz keskin, kusura bakmayın. 
Az içim bulanıyor da kokusunu yutuyorum zarar verişlerinizin. Kendinize üç beden büyük gelen çarşafların arasında esir kalmış, hesabını sormaya tenezzül etmediğiniz uykularınızın bekçisi gibiydim; siz, siz olun diye uykularından vazgeçmiş bir kadına kabuslarınızı hediye ettiğiniz günden beri.

Arka odadan sesi çıkmayan kardeş gibiyim, kendi acılarıma. Anca başkalarına anlatırken anlıyorum neler olduğunu. Bu kadar zaman sonra, hala… 

Kurtuluş, İstanbul

14 Mayıs 2019 Salı

Pazartesi

Hiç kimse izlemezken siz kimsiniz? 

Bu cümleyi düşünüyorum durup durup… Hiç kimse olmadığında ben, bazen, tam da böyleyim. 

Hani bir gece, ayrıydık -zaten nasıl bir olduk ki, unutulacak gibi değil- buraya gelmiştin, ben çok sarhoştum, beni öyle görme diye battaniyeyle kendimi kapamıştım. Fotoğraflarımı çekmiştin de öyle görmüştüm, nasıl vurulduğumu… 
İşte ben kimse izlemediğinde tam da öyleyim. Mutlaka bir kırmızı veya beyaz, mutlaka birkaç sezen, mutlaka kendi durmayan o meşhur göz yaşlarım. 

Aka aka, boş bir kaba…

Seninle ilgili tüm klasörlerimi sessizce ve elimde kalan son sevgi halleriyle kapamaya çalıştığım bir sırada -yine- öğreniyorum bi'şeyleri… O bi’şeyler sana olan sevgimi mi kaybettiriyor yoksa zaten bildiğimi mi hatırlatıyor? Bundan emin olamamak işte bir cehennem.

Gün de bizimdi, güneş de bizim, göğsümüzdeki ateş de…
Ateş söndü, küllerine sular dökülsün. Amin.

“Sanki kadınlığını Havva’dan beri birlikte anımsamamışız gibi, sanki çocukluğuna büyüteçle bakmamışız gibi, sanki gençliğine göğsümde yanmamışız gibi, eş, ana, çocuk, dost, akraba ne varsa sayısız yanlarını birlikte tanımamışız gibi.”
Sanki bunları hiç yaşamamış gibi, seni harcın olmayan bir yarışa sokmuşum gibi, sanki hiç başkalarının peşinde koşmamışsın gibi… Sanki o büyük aşkım kendi kendine sönmüş gibi…
Hiç kimse izlemezken, ben, kalbimin daha kaç kere inanıp, daha kaç kere durup, daha kaç kere yakılacağını düşünüyorum. 
İtiraf ediyorum, senden kalanları sarsın istedim. Koşar adım hem de… Yine de uyardım, ama kendi istedi. Yara bandı olurken açacağı o kocaman yaranın farkında mıydı, gözü körken kendi aşkına… Yine, birini onun istediği gibi sevemediğim için yaralandığım ömrümün birkaç zamanı daha… 
Dediğin gibi: “Üzgün, hırpalanmış, yok sayılmış, yuvasız, babasız, akransız, yurtsuz ve sayısız kez mağdur edilmiş bir kızla tanıştım.” ben de, her seferinde.

Kurtuluş, İstanbul

9 Nisan 2019 Salı

artıran var mı?

Acılarımızı mı kıyaslayalım oturup? Kimin, kaç gece, yalnız ağladığını mı hesaplayalım? Anlaşılmayı en çok isteyenlerin, anlamaya en meyilsiz olan olması mı ironinin aslı yoksa ne yaparsan yap görmek istediklerini göreceklerini bilmek mi?

Kadehimi hala bir masaya vurmadım; kadehin dert dinleyen masaya vurulduğunu öğrendiğim beri. Hiçbir masaya, hiçbir insana anlatmadım olanı; bende olanı. 
Yoksa sizde olanı, siz daha kusmadan gördüm. Gördün de ne oldu desenize?! Gördün de ne oldu.
Gördüm ama artırmadım, bu oldu.

10 Şubat 2019 Pazar

Bu bir senaryo mu, kaleminden yaratılan?

Parmaklarımla kendime doğru ittirdiğim kristal viski bardağının içindeki beyaz şarabın her yudumunun, Cihangir’deki sohbetlere meze yapılışlar gibi feda edildiğini görüyorum. 
Aman allahım bu ne büyük nida! 

Kafaların, o meşhur yaratıcılığının üzerinden akan bal damlaları gibi, üreticilerinin ağzının kenarından tam damlarken, Güliver’in kapıp aldığı lokmalarda boğuluyorum.

Hayat Güliver gibi,  tek eliyle kavrıyor ve genlerden gelen bir gelenekmiş gibi örtüyor toprağını üstüme. Kadın elinde hayat bulan hikayelerin, erkek elinde can çekişmesini sessizce gözümden akanlarla karşılıyorum da bi çaresi olmadığından susuyorum.

Kurtuluş, İstanbul

Siz, bayım...

Siz hiç gidiş görmemişsiniz bayım.
Siz hiç gidenle karşılaşmamış, gidişinin keskinliğinden kalan dildeki o kekrek tadı, öpüşlerinden kalan varlık hissiyatıyla yok etmeye çalışmamışsınız. Siz hiç gidenin arkasından ağız dolu ağlamamışsınız. Siz gidişinizi bir ceza gibi hayatın pazar yerine bıraktığınız bir bombaymış misali yaşatırken, gidişlerin yaratacağı boşlukta nefes alabilmeyi hatırlamamışınız.

Siz hiç gidiş görmemişsiniz bayım.
Siz gidenle hiç karşılaşmamış, gidişinin dipten gelen öncüler mi artçılar mı olduğunu daha anlayamadan taşların altında kalmamışsınız. Siz gidişinizi bir deprem gibi hayatın en travmatik alanına bıraktığınız bir çözümleymiş misali yaşatırken, gidişin yaratacağı kalabalıklar ortasında sağ yanağınızdan akan tek bir damlayı saklamaya çalışmamış, varsın aksına belki hiç izin vermemişsiniz.

Siz hiç gidiş görmemişsiniz bayım.
Siz. Hiç. Noktalama işaretlerine sığınmamış, gidişlerin ancak onlar istedikçe olacağını farkına varamamışsınız.

Kurtuluş, İstanbul

8 Kasım 2018 Perşembe

oldukça...


Kırdıkça çıkacak
içinden
senden olan çoklar 
ve her zaman birinin elinde/elinden olacak bu kırılmalar ve çoğalmalar


Bunu bilen birinin elinden-elinde kırılıyorsak ne ala...

... / . / ;

sonsuz şüphe... sonsuz korku... sonsuz hezeyan... sonsuz zaman.... üç nokta koyup cümleyi bitirmek var....
sonsuz endişe. sonsuz kaygı. sonsuz zaman kaybı. noktayı koyup yeniden başlamak da var.

oysa ki hep noktalı bir virgül var elimde; tam biterken açıklamasını yaptığım, tam açıklarken bitişi yazdığım.


Kurtuluş, İstanbul

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...