28 Temmuz 2019 Pazar

boşluk

Nerelerde dolaştığımı görmek bana yeniden başlama hissi veriyor. 
Gayretsiz mi demişti kendini kocaman sanan çocuk? Güzel tarif etmişti. Kırmızı balonun uçuşunu seyreder gibi baktım arkasından. Heyecanlarımı kovalayacak eşikten bir adım öncesi kapadım kapıyı. Bu yaştan sonra olsa da olur, olmasa da…
Birkaç yudumla, içimde birkaç kişi. Hiçbirinin ben de bi’ karşılığı yok. Karşılığı olanlar kendi kaplarına sıçtılar. 
Bu gece dilim biraz keskin, kusura bakmayın. 
Az içim bulanıyor da kokusunu yutuyorum zarar verişlerinizin. Kendinize üç beden büyük gelen çarşafların arasında esir kalmış, hesabını sormaya tenezzül etmediğiniz uykularınızın bekçisi gibiydim; siz, siz olun diye uykularından vazgeçmiş bir kadına kabuslarınızı hediye ettiğiniz günden beri.

Arka odadan sesi çıkmayan kardeş gibiyim, kendi acılarıma. Anca başkalarına anlatırken anlıyorum neler olduğunu. Bu kadar zaman sonra, hala… 

Kurtuluş, İstanbul

14 Mayıs 2019 Salı

Pazartesi

Hiç kimse izlemezken siz kimsiniz? 

Bu cümleyi düşünüyorum durup durup… Hiç kimse olmadığında ben, bazen, tam da böyleyim. 

Hani bir gece, ayrıydık -zaten nasıl bir olduk ki, unutulacak gibi değil- buraya gelmiştin, ben çok sarhoştum, beni öyle görme diye battaniyeyle kendimi kapamıştım. Fotoğraflarımı çekmiştin de öyle görmüştüm, nasıl vurulduğumu… 
İşte ben kimse izlemediğinde tam da öyleyim. Mutlaka bir kırmızı veya beyaz, mutlaka birkaç sezen, mutlaka kendi durmayan o meşhur göz yaşlarım. 

Aka aka, boş bir kaba…

Seninle ilgili tüm klasörlerimi sessizce ve elimde kalan son sevgi halleriyle kapamaya çalıştığım bir sırada -yine- öğreniyorum bi'şeyleri… O bi’şeyler sana olan sevgimi mi kaybettiriyor yoksa zaten bildiğimi mi hatırlatıyor? Bundan emin olamamak işte bir cehennem.

Gün de bizimdi, güneş de bizim, göğsümüzdeki ateş de…
Ateş söndü, küllerine sular dökülsün. Amin.

“Sanki kadınlığını Havva’dan beri birlikte anımsamamışız gibi, sanki çocukluğuna büyüteçle bakmamışız gibi, sanki gençliğine göğsümde yanmamışız gibi, eş, ana, çocuk, dost, akraba ne varsa sayısız yanlarını birlikte tanımamışız gibi.”
Sanki bunları hiç yaşamamış gibi, seni harcın olmayan bir yarışa sokmuşum gibi, sanki hiç başkalarının peşinde koşmamışsın gibi… Sanki o büyük aşkım kendi kendine sönmüş gibi…
Hiç kimse izlemezken, ben, kalbimin daha kaç kere inanıp, daha kaç kere durup, daha kaç kere yakılacağını düşünüyorum. 
İtiraf ediyorum, senden kalanları sarsın istedim. Koşar adım hem de… Yine de uyardım, ama kendi istedi. Yara bandı olurken açacağı o kocaman yaranın farkında mıydı, gözü körken kendi aşkına… Yine, birini onun istediği gibi sevemediğim için yaralandığım ömrümün birkaç zamanı daha… 
Dediğin gibi: “Üzgün, hırpalanmış, yok sayılmış, yuvasız, babasız, akransız, yurtsuz ve sayısız kez mağdur edilmiş bir kızla tanıştım.” ben de, her seferinde.

Kurtuluş, İstanbul

9 Nisan 2019 Salı

artıran var mı?

Acılarımızı mı kıyaslayalım oturup? Kimin, kaç gece, yalnız ağladığını mı hesaplayalım? Anlaşılmayı en çok isteyenlerin, anlamaya en meyilsiz olan olması mı ironinin aslı yoksa ne yaparsan yap görmek istediklerini göreceklerini bilmek mi?

Kadehimi hala bir masaya vurmadım; kadehin dert dinleyen masaya vurulduğunu öğrendiğim beri. Hiçbir masaya, hiçbir insana anlatmadım olanı; bende olanı. 
Yoksa sizde olanı, siz daha kusmadan gördüm. Gördün de ne oldu desenize?! Gördün de ne oldu.
Gördüm ama artırmadım, bu oldu.

10 Şubat 2019 Pazar

Bu bir senaryo mu, kaleminden yaratılan?

Parmaklarımla kendime doğru ittirdiğim kristal viski bardağının içindeki beyaz şarabın her yudumunun, Cihangir’deki sohbetlere meze yapılışlar gibi feda edildiğini görüyorum. 
Aman allahım bu ne büyük nida! 

Kafaların, o meşhur yaratıcılığının üzerinden akan bal damlaları gibi, üreticilerinin ağzının kenarından tam damlarken, Güliver’in kapıp aldığı lokmalarda boğuluyorum.

Hayat Güliver gibi,  tek eliyle kavrıyor ve genlerden gelen bir gelenekmiş gibi örtüyor toprağını üstüme. Kadın elinde hayat bulan hikayelerin, erkek elinde can çekişmesini sessizce gözümden akanlarla karşılıyorum da bi çaresi olmadığından susuyorum.

Kurtuluş, İstanbul

Siz, bayım...

Siz hiç gidiş görmemişsiniz bayım.
Siz hiç gidenle karşılaşmamış, gidişinin keskinliğinden kalan dildeki o kekrek tadı, öpüşlerinden kalan varlık hissiyatıyla yok etmeye çalışmamışsınız. Siz hiç gidenin arkasından ağız dolu ağlamamışsınız. Siz gidişinizi bir ceza gibi hayatın pazar yerine bıraktığınız bir bombaymış misali yaşatırken, gidişlerin yaratacağı boşlukta nefes alabilmeyi hatırlamamışınız.

Siz hiç gidiş görmemişsiniz bayım.
Siz gidenle hiç karşılaşmamış, gidişinin dipten gelen öncüler mi artçılar mı olduğunu daha anlayamadan taşların altında kalmamışsınız. Siz gidişinizi bir deprem gibi hayatın en travmatik alanına bıraktığınız bir çözümleymiş misali yaşatırken, gidişin yaratacağı kalabalıklar ortasında sağ yanağınızdan akan tek bir damlayı saklamaya çalışmamış, varsın aksına belki hiç izin vermemişsiniz.

Siz hiç gidiş görmemişsiniz bayım.
Siz. Hiç. Noktalama işaretlerine sığınmamış, gidişlerin ancak onlar istedikçe olacağını farkına varamamışsınız.

Kurtuluş, İstanbul

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...