25 Aralık 2010 Cumartesi

ek


Eksik bi ev bu. Tek kişilik bi eksiklik. Neşesi kaçmış bu evin.

Şimdi artık ne duvardaki tablonun, ne öpüşen çocuk aynasının, ne turuncu perdelerin, ne loş ışığın, ne kahvenin-ne de bardağının, ne siyah kül tablasının, ne sigaranın tadı yok.

Şimdi artık bu evde ne gülen, ne konuşan, ne şarkı söyleyen, ne dans eden ne de seven var.

Uyku gelsin duaları işe yarar gibi oldu mu atıyorum yorganı üstüme, sonrası karanlık boşluk. Ne saran, ne değen, ne de hisseden ayaklarım var artık.

Neşesi yok artık bu evin. Eksildim.

Bdrm

ben masalımı gördüm.



Her telefon konuşmasından sonra anılarımı vernikleme ihtiyacı duyuyorum. Neyse ki bazı mekanlar – burası gibi - masallar vaat ediyor. Yoksa hangi tavşan deliğinden kaçardım hayattan?

Çocuk kalmayı, çocuk olmayı, çocuk’la direnmeyi belki de bu kadar vazgeçilmez kılan budur; çocukken hep bir gelecek vardır, bitmeyen-tükenemeyen-sürekli var olan bir enerji… Ve çocukken herşey daha gerçektir aslında, hep söylenenin aksine. Hani derler ya “büyüyünce anlarsın, hayat bu değil!” oysa ki çocukken herşey daha gerçektir, büyümeye gerek kalmaz. Kuşun cıvıltısı da, verilen-alınan söz de, elmanın koçanı da, gözden akan yaş da, kalpte hissedilen sıkışma da; hepsi neyse odur, ne kadarsa o kadar gerçektir.

Ben hep bir hikaye olsun, inanayım; hep bir masal olsun, dinleyeyim istedim. Ve sonunda büyümeden öğrendim; masalda yol gösterenle yolunu kaybeden birbirine benziyorsa, masal gerçek oluyor…
Prenseslerin uyurken de sevildiği masallar yok, illa uyanıyoruz, illa gerçeğe açıyoruz gözümüzü; kurbağa prenslerin ise eninde sonunda ağzından yuttuğu sinekler çıkıyor.

Şimdi sıra gerçeğe geldiğine göre; hayatta burnunun sürtündüğü yerlerde hayallerinde aşınmaya başlıyor. Ve insan en çok çoğul sözcüklerden sonra yalnızlaşıyor.

Bdrm

6 Aralık 2010 Pazartesi

düşün düşüncesi


demlik konular çıkıyor karşıma bu aralar... düşünüyorum işte;

facebook'ta yarına kadar sürecek "çocuk istismarına son" kampanyası sebebi ile herkesin profile resimlerini çizgi film karakteri yapmasıyla listemizdeki o hani çok da konuşmadığımız (kendimiz dahil) ama "niyeyse" (başka bi konu bu) duran insanların hayata ne gözle baktıklarından, neyi unuttuklarına dair, çocukluk hayallerini görmüş olduk bence. bir de üstüne o istirmarcılara belki de "biz burdayız, sıkıyorsa bize uğrayın" dedik kendimizce; içimizdeki hatırladığımız çocuk gücüyle... hala büyümeye direnen nesil olduğumuzu...

bu ara doğan neslin gelecekte daha paylaşımcı, daha açık, daha sorumlu, daha özgüvenli, daha bilgili olduğunu - bu sebeple "sonsuz olasılık"ları bizden daha iyi gördüklerini -  daha farkında olduğunu ve onlar sayesinde korkulanın değil düşün yaşandığı bir dünya olacağını...

düşünüyorum işte... bizden 3 önceki nesilden sıralamaya başlıyorum sonra. onlar (dede-babaanne vs.) ne verilirse onu aldılar (şimdi yaşanan hayatı anlamıyorlar), onlardan sonrakiler (anne-baba) gözü kara sonuçsuz idalistler oldular (şimdi yaşanan hayatı dejenere görüyorlar), onlardan sonrakiler (abla-abi) isteklerinin peşinden gidip kendilerinden bir önceki neslin sisteminden sürekli ayakları kaydı (şimdi yaşanan hayatı teknolojik buluyorlar), bizler bi yere sığamayanlar olduk, sorguladık durduk (şimdi içimizdeki umudu dışarı yansıtmakla meşgulüz), bizden sonrakiler (15-25) olasıklarının sonsuz olduğu bilinciyle idalistliklerini birleştiriyorlar ama aynı zamanda arada kalmışlığın kirliliğini yaşıyorlar (şimdi sadece büyümeye odaklılar) ve onlardan sonrakiler (yeni doğanlar) müthiş bir düşle gelecekler. kehanet gibi oldu ama bekleyin biraz, gülümseyerek; yani o kadar da kara bakmayın etrafınıza, ışığın yansıdığını görmeye başlayın:)

pamuk bulutlarda kurulan düşler, yere rahat-sakin ve ohh be dedirterek iner ve düş elbet yere düşer...



Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...