27 Ağustos 2009 Perşembe

Bir Delinin Akıl Günlüğü / 2

Bugün Perşembe, pembe Perşembe, pejmürde Perşembe, pervasız Perşembe, perişan Perşembe, pespaye Perşembe.

Saçlarımı kestirdim bugün. Daha boynuma gelmeden bitsin bu ağırlık istedim, yine. O’nu ilk öptüğüm günkü gibi kestirdim. O gün gibi hafiflemek istedim. Ne kadar zaman önceydi, bilmem. Ama tutuktuk, toyduk o zamanlar... Dil Burnu’ndaki ahşap bankta yan yana oturmuştuk, eli elimin yanında durmuştu da anca serçe parmaklarımız değmişti birbirine. Elmacık kemiklerinin keskinleştirdiği yanaklarına gençliğimle dokunmuş, koşarak uzaklaşmıştım yanından. O gece şehre dönmüştü, ertesi sabah ihtilal olmuş ve ben bir daha haberini alamamıştım.

Rahmetli anneciğimden kalma işlemeli, gümüş tarakla saçlarımı düzeltip; pembe, tek parça, üzeri beyaz çiçek desenli elbisemi giyerek, Ada eşrafının her sene düzenlediği yemeklerden birine gittim. Konağın bahçesinden içeriye girdiğimde O’nu gördüm. Uzun zaman olmuştu, demek dönmüştü. Bahçenin denize bakan en uzak köşesinde, elinde sigarası, tek başına ayakta duruyordu. Asude, münezzeh, sanki orda değilmiş ya da aslında hiç olmamış gibi… Çimenleri ayaklarımdan ayıran hafif engebeli, taş yoldan geçerek yanına gittim. Çitlerin bir köşesine yaslandım. Kısalan saçlarım, pembe elbisem… hiç etkilenmedik rüzgardan. Ama içimden faytonlar geçti, aksak adım atların nalları kesti nefesimi, yutkundum. Sigarasını yandaki sehpada duran pirinç kül tablasında söndürdü. Dolgun alt dudağı, kısık bal rengi gözleri ile yüzünü bana doğru çevirdi, havanın yüzü döndü. Tenimden ıslak bir meltem geçti, gülümsedim. Sonrasını seneler aldı. Ada’daki rüzgar isimlerini ezberlememe yetecek, begonvili budayacak, asma yapraklarından meze yapacak, zamansız sevişmelerle ruhumu sarsacak, tenimin eskimesini, saçlarımın uzayıp renk değiştirmesini görecek kadar zaman aldı.

Tuhaf bir koku var havada şimdi. İs mi çöktü ne? E tabi iş bu kerteye geldikten sonra istersen yanmasın kiraz konsol! İçinde bir ben yokum.

Hemşire Hanım kızım, sana zahmet bahçedeki ayrık otlarını toplasan ya yarın, böyle çok kararsız, tek başlarına, meczup duruyorlar.

Bodrum

24 Ağustos 2009 Pazartesi

Bir Delinin Akıl Günlüğü / 1

Bugün Salı, sarı Salı, sallanan Salı, sallandıran Salı, sardıran Salı, saldıran Salı, saklanan Salı, saptıran Salı, sarsan Salı, sanan Salı.

Güllaç mı yesek akşam? Rahmetli çok severdi, fıstıklısını ama. Ada’daki evdeydik o zaman. Yaseminler, begonviller bahçeden bize gülümserdi, bembeyaz. Asmanın altındaki çardakta otururduk, senden iyi olmasın yeniyetme bir hanım kızımız vardı evde, her işimize yardımcı olurdu sağolsun, nerdedir acep şimdi, Tanrı bilir ne güzel elleri vardı, inceden pamuk gibi… Her akşam yemek sonrası lokumlu türk kahvesi yapardı bana, içerdim. O’na da fıstıklı güllaç hazırlar sonra giderdi, müştemilattan bir keman sesi duyulurdu. Hiç hatırlamam kimdi, neyin nesiydi… Ama güzeldi, çok güzel. Sarıya çalan uzun saçları vardı, omzundan aşağıya sümbüller gibi sarkan. Üvez renkli akşamüstlerinde sesini duyardım bir tek, kimseye belli etmeden mırıldanırdı, ne söylerdi, ben sever miydim, hiç hatırlamam… Rahmetli gelen sese ağzının kenarıyla gülümserdi, rakı beyazı alırdı gülüşünü… Faytondan gelen sesle yerinden doğrulur, ellerini arkasında birleştirir hızlı adımlarla giderdi, hep bir yere yetişecekmiş gibi hızlı, dan dan diye ayağındaki postalları yere vuran askerler gibi yürürdü, bir kere dönüp bakmazdı çıktığı kapıya. İnatçıydı işte! Ah, zaten o inadından gitti temelli. Yeniyetme mabedinde, ben begonvillerin altında, o meydandaydı en son.

Pardon?
Bakar mısın?
Kime diyorum?!
Rüzgar gülünü saksıya dikme, yapma dedim kaç kere! Fırtına gelecek birazdan, saksıda sağ kalır mı hiç rüzgar gülü? Ama sen de haklısın, kaç fırtına gördün ki şimdiye kadar!? Rüzgar gülü dediğin hassastır, döner kendi etrafında ama anca aldığı güçle… Meltem yarar rüzgar gülüne, samyeli döndürür başını… Fırtınaya bırakırsan rüzgar gülünü, esemez fırtına ismi kadar. Bırakacağı izler üzer diye dokunmaya kıyamaz. Fırtına çıktı mı alacaksın rüzgar gülünü içeriye. Bak o zaman gör gücünü fırtınanın. Ver onu bana, sarsmadan! Bir de, bir bardak su versen, hani ölmüşlerin canına gidenlerden. Çok susuyorum bu ara, ağzımın içinde bir deli tat, pas tutsa rahatlayacağım.

Efendim? Işıkları mı?
Biraz daha dursaydı benim ki, pencereye yansıyordu. Tamam, biliyorum, zamanı geldi, ama her gün biraz daha erken kapatıyorsunuz sanki ışıkları… Uyuyamıyorum ben geceleri, bu pencereden de bir şey görünmüyor. Ne tuhaf ayna bile yok bu odada.

Bodrum

bir-leş-tir-me /bölüm2/

Demek iste-
meme anlarını boz-
buruna gönder-
sen ne yazar göndermesen ne yazar-
sen kimsin-
ki?!

dans ettiği-
ni bile bile dansa
devam diyorsan
işte o an-
dan itibaren dans-
ın ruhuna karışır.

sen boşuna başını
hesaplama
ya çalışma-
lar sinsilesindeyken, ben
arkamı döndü-
m sandığın-
la kalakalır-
ım, şaşkınlığın-
la geri gelirsin.

Tadını
geri bırak-
mak için tekrar tekrar ister-
sin damak-
tan akışını ılık ılık…

sonuç: İste/boz/gönder. Yazar, kimsin ki?! Ettiği dansa diyorsan “an”, dansı karışır. Başını hesaplama, çalışma. Ben, döndü sandığın, kalakalır şaşkınlığın, gelirsin. Tadı bırak, ister damak, ılık ılık.

Bodrum

21 Ağustos 2009 Cuma

rakı kafası

Dağ arkasındaki ışık huzmesini memleket görüyorum.
Uzaktaki tekneden gelen ışığı kutup yıldızı yerine koyuyorum.
Senden kalan sözcükleri satırsız belliyorum.
Uzağı yakın, yakını uzak sayıyorum.
Bunların hepsini var sanıyorum.

Varlıkla yokluğu hep karıştırıyorum. 

Bodrum

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...