17 Ekim 2009 Cumartesi

Milattan Önce Durist Turistliği

Süzül bakalım martı gibi, oysaki bıçkınlığın sadece gömlek düğmelerinde.

Bodrum katında hapis kalan ruhuma vazelin sürüp, üstüne kendini kamçıla. Pencere önü balığı gibi ağzından çıkan her kelime tanrı olsun bana. Sonra bak bakalım kendine, yattı balık yan giderken. Gözünün doyması gerek önce, bunun için gözün görmesi gerekse bile ruhun aç senin zinhar! Böyle azotlu bir sonuç çıkmışken ortaya, şimdi aç yakamı, üfle.

Küçülmemek için büyümeden oynanan oyunlar her an ulaşabileceğin bir şeyse, ama pratikte değil teoride sıkışıyorsan ali desidero misali, getir seni buraya, üzüm kurularına.

Hem cam kenarı hem şoför arkası kalabilme halimin 13. Cumaya denk gelmesi, cebimde beyaz bayrağımla gezmem kadar ironiktir. Ve sırf bu ironi yüzünden, yani inadımdan, döndürmem başımı, pembe var içimde zaten, bir de üstüme giymem.

-16’nın verdiği masumlukla, +18 güney yolculuklarına çıkıyorum bazen. Ama ince iplerle ip atlayamıyorum, güzel resimleri renkli boyalarla anlatacak kadar dingin de değilim. Ama dönüş yolları var sularımın, bilgece sevişerek kadınlığımı hayra yoracak mevsim dönüşlerim var.

Bu yüzden buradayım, ordayım. Dışarı çıkmayan turist halimle, duristliğe yol alıyorum.

İstanbul, Kalamış

16 Ekim 2009 Cuma

Bir Delinin Akıl Günlüğü / 3

Bugün Cuma, kırmızı Cuma, kıpırtısız Cuma, kıymetsiz Cuma, kısmetsiz Cuma.

Meydana indim bugün, seni karşılamak için. Avizelerin taşları gibi yanaklarından aşağıya inen, öpmek için heyecanlandığım, parmaklarımın aksi yüzüyle usulca okşadığım, güçlü yüzünün kenarını süsleyen bıçkın favorilerini görmek için. İskeleden ileri yürüyünce her adımımda karşıma çıkan balık ve limon kokusunu içime çekerek beklemek için. Limonun ekşi kokusu genzimi yakarak doldu ciğerlerime, irkildim. Bulut beyazlığında, içinde çocukların koşturduğu koridorlarıyla, kulaklarımda çınlayan boğuk sesiyle çıkardılar seni vapurdan. Düşsem beni tutacak en yakın iskele direğine dayandım goncası kapanmış tenimle, sonbahar yapraklarının yerde uyuması gibi garanti altına aldım bedenimi. Denize düşen uçurtma oldu saçlarım, seni çıkardılar vapurdan. Seni, arkanda bıraktığın dalga izleriyle çıkardılar. Avuç dolusu kumun parmaklarından aşağıya yavaşça dökülmesi gibi geçtin yanımdan. Beni, senin susan kalbinin sarı kumlarında bıraktılar. Sen beni, perdesi çekilmiş bir hayatta; ben seni, meydanda bıraktım.

Perdeden yansıyan ışık yetmiyor bana efendi! Şu ışıkları açın artık! Zamansız kapatıyorsunuz ve zamansızlık böyle bir şeydir… Sen istediğinde olmayan şeylerin, sen istemediğinde olmasıdır. Ah doktor bey, perde kalktığında zamanın aslında olmadığını anlayacaksın sen de. İşte hayat budur.

Mesela ben nerdeyim şimdi? Burası 3 duvar 1 pencere. Hayatımın en büyük yanılgısı, geri kalanımın en büyük yansıması oldu. Herkes gibi davrandım, ama herkesin beklediklerinden farklı sonuçlar içinde oldum. Ve işte buradayım. Ne begonviller, ne yaseminler, ne sümbüller gördü gözlerim. Ya şimdi? Siyah ferforje parmaklıkların arasından sokak ışığına talibim. Bir tek ona talibim… Buna da razıyım, bundan da mutluyum. Yeryüzünün kurallarından azade oldum ben, kendi iklimimi yarattım burada. Ilık ama yağmurluyum şimdi.

İstanbul, Kalamış

2 Ekim 2009 Cuma

biten

artık sana yazmıyorum yazamıyorum. sadece bunu yazmak istedim.

İstanbul, Kalamış

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...