28 Şubat 2009 Cumartesi

tut ol


“...önce olanı görmeli sonra olanı içine almalı sonra içine aldığını yazmalı...” dedim dün gece.

Sevgili sevgililerin hayatındayım.

‘Bir ilişki nasıl olmalıdır manifestosu’ yazıyorum içimden.

Söylenen sözler, incinen kalpler var. Battaniye arasına sıkışmış korkular, birbirine dokunan parmakların ucundaki yalnızlıklara dönüşüyor. Kalabalıkolmaarzusu, uyuşmaiçgüdüsü içindeki beklentilere karışıyor koltukta. Sarıl ol, bırak ol, benim gibi ol, sen gibi ol, artık hiçbirşeyim ol, tut beni benim ol’lar yankılanıyor.

Hayatının orta yerine bir gecede -düş gibi de olsa- düşen insanı ne kadar içine alabilir kişi... Düşten düşünce düş mü oluyor? Düş o zaman! demiyor mu insan?

Ruhumuzda tipeksleyemediğimiz, çitileyip çıkaramadığımız lekeler bumerang gibi attıkça geri dönüyor. Uykular ayrılıyor, zaman duruyor. Yüzler geçmişe dönüyor, gelecek ilişkilendirilememiş geçmiş kalıyor. Kendinden ayrı görmediğini bir gecede karşı kıyıya atabiliyor insan. Düş o zaman! diyor. Köprümden düş, seninle karşı kıyıya geçemiyorum.

Çünkü içimizde görünmez listeler var, deniyoruz sürekli. Listeye uyanları işaretleyip, uymayanların üstünü çizerek ilerliyoruz. Oysa ki içimizdeki tanrı çoktan uyarmış bizi “Tanrı’yı ve insanları deneme”, ama biz başka bir tanrıyı dinler olmuşuz “dene, yine yanıl, yine dene”.

Hep aynı hikaye mi kitabımızda ayraçla işaretlediğimiz? Kaç ayraç var hayatımızda?
Günün sonunda “give me a reason to love you” titrek bir sesle dillerde. Gerisi dağınık yatak.

İstanbul, Ortaköy

*** görsel buradan alınmıştır

Hiç yorum yok:

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...