22 Şubat 2009 Pazar

nasıl olsa(?)


Bana konuşma, bana yaz. Yoksa kesik kelimeler kalıyor aklımda. İçimde dalga köpüklerinin sesleri var sen konuşurken. Duyuyorum seni ama unutuyorum köpükleri dinlerken. Bu hikayeyi balıklığıma ver, al götür beni izlanda’ya, karlı topraklara, nasıl olsa ısınırım bi’ şekilde. Geniş boşluklarda rüzgarlar eser, ben bi’ papatyanın altına sığınırım, nasıl olsa. O yüzden bana konuşma, bana yaz. Nasıl olsa?

Bana canayakın diyorlar, ben uzak yakın oynarken oruç abiyle. Yakını seçip kalanını bırakıyorum arnavut kaldırımlarıma. Olduğu yerde olduğu gibi olduğu kadar kalsın diye bırakıyorum, kediler görüyor. Böylesi daha güzel diyorum, yalan söylüyorum. Durmadan yalan söylüyorum. Susarken yalan, susarsan yalan! Gömleğinin düğmelerini titreyen ellerimle açarken yalan söylüyorum. Sonra yola çıkıyorum, hikaye gibi değil. Herşeyden sonra yola çıkıyorum işte. Bıçkınlığını yanıma alıp mavi koltuğuma kuruluyorum. İçi boş parantezlerin içini doldurmaya başlıyorum.

Bu sefer farklı çünkü. Bu sefer; pastanın kremasını işaret parmağımla sıyırırken aldığım o keyif gibi seni usulca dilimden damağıma akıtıyorum, sonra paltomun kuşağını sıkıca bağlayıp, yakalarımı kaldırıp, rüzgara karşı yol alıp çıkılan bir sonbahar yolculuğu ile dönüyorum şehre. Ayaklarımın altında sarı yapraklar çıtırdıyor, ekim yaprakları. Ekim yapraklarını şubat ayazına teslim ediyorum, teslim oluyorum. Daha yolum olsun istiyorum, yol ben olayım istiyorum. Esas çıkışı bilirken buğulu gözlerle bakıldığında görülemeyen bir yolculuk kapısı yaratıyorum içimdeki izlanda topraklarında.
Gözlerim hep buğulu, nasıl olsa ( ). (nasıl olsa her tekiladan sonra gün doğuyor)

İstanbul, Ortaköy

*** görsel buradan alınmıştır

Hiç yorum yok:

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...