27 Kasım 2012 Salı

belki ateş de bir ayrıntıdır, karganın gözünde sarı diye


Güneşin rengini kendi tonuyla değiştirip havayı serin zannetmemi sağlayan sarı! şemsiyenin altı. En sevdiğim nar çiçeği hırka, oturduğum koltuğun hemen çaprazında, kendi tonundan terliklerimin üstünde...

Ilık kahveden bir yudum daha... önce hep insan yüzleri... gerçekten görmek ya da seyretmek gibi değil; soluk, biraz sepya suretler ve kara ayrıntıları, ve sonra tek bir suret. Her seferinde farklı ama diğerlerinden ayırıcı; aniden çıkan ve net. Ama hiçbir zaman tarif edilemeyecek kadar parlak. Bu sefer başım döndü, oradan, o parlak surete bakmak isterken. Yükseldim, salladım, korktum... Ve bıraktım. Tam. Sarsılarak birkaç kez düştüm bembeyaz bir girdaptan. Sonrası rüzgar... Denizden yeni çıkmış gibi. Serin.

Gözümü açtığımda, karşımda duran, denize uzanan, vadinin sol tarafındaki burunda diğerlerinden ayrı duran ama aynı olan -suretler gibi- ağacı görüyorum. Akıl Hastaneleri böyle olmalı. Ortaköy'deki gibi... Bu manzaradan. Ne kadar korkuyorum oysa. Ve sonra ağlıyorum. Böyle bir ağlamak da varmış dedirtircesine... Nasıl içli ve hemen sonra neşeyle. Gülerken ağlamak gibi değil, ölürken neşelenmek kadar. Ah neşe! Ve güneşli pazar günleri.

Tezer'in yüzünü görmeli hep. Yaşamın ucuna yolculuk'la, yaşamın ucuna yolcuğu'ma arkadaş olsun diye...

Her daim kedinin varlığı haricinde, önce kelebekten sonra kargadan gelen mesajı duydu kulaklarım; ayrıntı.  

Hiç yorum yok:

Kdv siz

  Yalnızlığım Şapkasız başım Geride bırakılmışlığım Arkadan konuşmadan içime susmuşluğum Yalnızlığım  Bir ten ardında yoksul kalmışlığım Bir...